Video

Zanzibar
Mostar
Nikola Tesla Müzesi
Nicola Tesla Museum
İstiklal'in Nostaljik Kızı
The Nostalgic Girl of Istiklal (Street)
Hasankeyf
Santur
Kanun
Alpler
Sahra Çölü
Acemi Darbukatör
Kubbet-üs-Sahra
Ağlama Duvarı
Tebrizli Taksici İbo
Edinburgh Festivali

Kullanıcı Oyu: 5 / 5

Yıldız etkinYıldız etkinYıldız etkinYıldız etkinYıldız etkin
 

Kilti Giy, Frikiği Verme

Glasgow-1

 

 

 

 

 

  

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Evet okuyucu seninle bu seferki durağımız etek giyen erkekler diyarı olarak hafızalara kazınmış İskoçya. Yazının başlığından da anlayacağın üzere giydikleri eteğe kilt diyorlar. Geleneksel çalgılarının ismi ise gayda. Bir dönem misafir öğrenci olarak kaldığım Glasgow şehrine gidelim istersen önce. Bir de seninle gezme şerefine nail olalım bu şehrin sokaklarını. Geri döndüğümüzde herkes bize; "onu bunu bırak da, etek giydin mi etek?" diye soracaktır ama aldırış etme, takıntılı milletiz vesselam.

İskoçya denince genelde akla ilk olarak etek giyen erkekler gelir. Halbuki bunun sadece özel günlerde giyilen bir meret olduğunu göreceğiz beraber. Nasıl bizde folklör kıyafetiyle bakkala yumurta almaya giden yoksa, İskoçya’da sadece yeşillik olsun diye etek giyip ortada gezen herifler de yok. Düğün dernek ya da milli bayram olacak ki giysinler. Ortaya çıkan manzarayı ne sen sor ne de ben söyleyeyim; gözlerin bayram ettiği tarzdan sayılmaz doğrusu. Gerçi her ne kadar tam olarak başarı sağlayamasalar da, otururken frikik vermemeye çalıştıklarını da belirteyim hemen. Bu nedenle İskoç babalar oğullarına aynen şöyle nasihat ediyorlar: 'Oğlum, kilt giy ama frikik verme; namusuna sahip çık'.

Glasgow-11707 senesine kadar başlı başına bir krallık olan İskoçya, aynı yıl Birleşik Krallık (İngilizce: United Kingdom) ile birleşmiş. Bir sonraki durağımız olacak olan Edinburgh ise 1437 senesinden bu yana İskoçya'nın başkenti. İskoçya'nın yanısıra Birleşik Krallığın diğer üyeleri ise İngiltere, Wales ve Kuzey İrlanda. İskoçya her ne kadar bağımsız bir ülke olmasa da son yıllarda bağımsızlık yolunda yükselen sesler sonucu 1999 senesinde kendi parlamentosuna da kavuşmuş. Kavuşmuş ama İskoçya Parlamentosu'nda verilen kararlar Westminster'de bulunan Birleşik Krallık Parlamentosu'nda oylamaya sunulabiliyor ve sonuç olarak son söz yine İngilizler'de oluyor. İskoçların kalbi kökü tarihe dayanan nedenlerden dolayı İngilizlerden tam anlamıyla bağımsız bir İskoçya’dan yana. Bu nedenle de 1707 yılından bu yana süren beraberliğinin kaderini 2014 senesininin ikinci yarısında yapılacak bir halk oylaması belirleyecek. Oylamadan 'Evet' çıkarsa İskoçya Birleşik Krallık'tan ayrılıp bağımsız bir devlet olacak. Merakla beklemekle beraber, okulda bol bol muhabbet etme şansına sahip olduğum İskoç arkadaşların söyledikleri aklıma geldikçe oylamadan çıkacak cevabın 'Evet' olacağını tahmin ediyorum. Gerçi bunun dünyanın farklı coğrafyalarında bazı ülkelerin de bağımsızlık hayalleri kurmalarına ve bu uğurda ayaklanmalara yol açacağı malum olduğundan, İngilizlerin bunu da bir kılıfına uydurup ne yapıp edip buna mani olacakları da ortada. Bu olayının tam da İngilizlerin AB'den çıkmak istedikleri bir dönemde hız kazanması da çok yahşi. Varsın biraz da dünyayı birbirine katanların başı ağrısın..

Üstte önlü arkalı İskoç, altta İngiliz PounduÜstte önlü arkalı İskoç, altta İngiliz sterlini

Tartışılan bir diğer konu ise İskoçya'nın Birleşik Krallık'tan ayrılması durumunda hangi para birimini kullanacağı. İskoçya'da hem İngiliz, hem de İskoçların kendi bastıkları paraları olan İskoç sterlini kullanılmakta. Her ne kadar ikisi de aynı değerde olsa da İskoç sterlininin İskoçya dışındaki Birleşik Krallık üyesi diğer ülkelerde bankalar dışında bir geçerliliği bulunmamakta. İngiliz sterlini ise tüm Birleşik Krallık'ta geçerli. İngiliz'in olur da geçersiz olur mu hiç? Kısacası İngiliz bu konuda da yapmış yapacağını. İngiliz-İskoç sürtüşmesinden de anlaşıldığı üzere dünyaya demokrasi ihracatı peşinde koşanların, dertleri kendi başlarından aşkın.

İskoçya deyince akıllara gelen bir diğer şey de futbol haliyle. Bilindiği üzere "Celtic" ve "Glasgow Rangers" dünya çapında nam salmış iki İskoç takımı. Sebebini kısaca farklı dinler ve sosyal kesimler olarak ifade edebiliriz. Bu maç "zengin ve Protestan Glagow Rangers" ile "gariban ve Katolik Celtic"i karşı karşıya getirdiğinden ilginç ve bir o kadar da savaş hali alıyor. Bu durumda ise bizlere tanıdık gelen "Holigan" tabiri çıkıyor ortaya. Polis bile akıllanmış, ne maç öncesi ne de maç sonrası "Holigan"ların arasına girip canını yaktırıyor; ancak birinin kafası ya da gözü yarıldıktan sonra devreye giriyor. Yani polis polis değil ambulans siparişçisi. Glasgow-Celtic maçı sonrası bir Pub önünde yaşanan o kavgayı bir göreydin okuyucu, adamlar birbirlerine zerre kadar acımadılar desem yeridir. Yer misin yoksa yer misin hesabı.. Şayet bir gün sana yanaşmayan bir İskoç’la muhabbet etmek istersen konuyu futbola getirmen yeterli olacaktır. Aman dikkat; yanlış takımın ismini telaffuz etmen hayatına mal olabilir.

Glasgow-39Başını kaldır ve gökyüzüne bir bak okuyucu. Kim bu memleketin arkasından "gün yüzü görme" diye (bed)dua etmiş bilmiyorum ama tuttuğu kesin; kolay kolay yağmur dinip güneş açmaz bu diyarda. Yağmurun dinmesini ve tepemizdeki kara bulutların gitmesini beklersen, yağan yağmurun yanında saçlarına bir de erimez karlar yağacaktır. 7/24 yağan yağmur nedeniyle kapı dışarı çıkmanın neredeyse imkansız olduğundan tüm zamanlarını dört duvar arasında geçiren insanlar boş duranı ne "God sever ne de kul" deyip şişelere sarılıyorlar. Sonrasını iki kelimeyle özetleyelim seninle: kafaları sulamak. Bu nedendendir ki, "Pub" kültürü denilen bir kültür hakim. Pub’larda üzerinde kravat ve takım elbisesinden işçi kıyafetine kadar tüm sosyal sınıfların temsilcilerini neredeyse bir arada görmek mümkün. Bu kadar alkol tüketilen bir memlekette hır ve gürün hesabı da buna orantılı bir şekilde artıyor haliyle. Yanında duran iki şahsın kafasında patlayan şişelerden sonra sokaklarda pür dikkat dolaşmamak elde değil..

Glasgow-4İskoçlar dinle pek alakaları olmayan bir toplum. Önceden "Sahibinden Satılık Daire" ilanını çok görmüştüm ama "Sahibinden Satılık Kilise" ilanını ilk defa bu şehirde gördüm. Gelen giden cemaat olmadığından Glasgow’un en işlek caddelerinden birinde bulunan bir zamanların kilisesi satılmış ve şimdilerin 'Pub'ı olarak sabahlara kadar eski cemaatin torunlarını eğlendirme görevi üstlenmiş. Şu an itibariyle bazı kiliseler ise yeni sahiplerini bekliyor.

Trafik (bize göre) ters yönden işlediğinden okulda ögrendiğin; "önce sola, sonra sağa, sonra tekrar sola" kuralının burada hükümsüz olduğunu unutmayasın. İlk zamanlar her karşıdan karşıya geçme girişiminde gözlerin Van Kedileri gibi renkten renge girecektir. Acele yok, biraz antremandan sonra alışacaksındır elbet. Her ne kadar trafikte teorik olarak geçiş önceliği yayalara ait olsa da sen yine de dört tekerlilere öncelik ver. Aksi taktirde yol hakkı benim düşüncesiyle yaya geçidine ayak basmanla, asfaltın üzerinde ince bir tabakaya dönüşmene ramak kala can havliyle geri çekilmen bir olabilir.

Son zamanlar küresel marketler zincirlerinin mantar misali her köşe başında bitmesi nedeniyle bir çok ülkede yok olmaya yüz tutmuş o güzelim bakkal kültürü İskoçya’da henüz hayatta. Almak istediğin şey her ne olursa olsun bunları mahalle aralarındaki söz konusu alanda faaliyet gösteren küçük dükkanlardan temin edebilirsin. Fiyatlar biraz tuzlu olsa da bu kapitalist sistem şartlarında varlıkları yeter.

Müzelere girişler ücretsiz, girip gönlünden geldiğince gezebilirsin. Hatta istersen sabah açılınca girip, akşam kapanırken çıkabilirsin. Kimse "ne arıyorsun babacan" diye sormaz. Müzelere girişler ücretsiz ve tahminimce; "zaten içindekiler babamızın malı değil, o sömürge bu sömürge topladığımız şeyler, bırakalım da beleşe baksınlar" adı altında verilen bir hizmet.

Glasgow-31İskoçlar tam anlamıyla bir tüketim toplumu. Öyle ki, emperyalist dilinde çok büyük anlamına gelen "XXL" burada sadece orta boy demek. Bir çok kuru gıda maddesi iki yaşında bir çocuğun boyuna denk büyüklükte paketlerde satılıyor. Marketlerde, 2,25 litrelik plastik şişelerde süt bulman mümkün. Beslenme alanında hayat felsefelerini; "ye ye ye, yiyemediğini at çöpe gitsin" oluşturuyor.

İskoçya‘da mutfak kültürü = 0. Yemek pişirme yok, kızartma var; ellerine ne geçerse önce yağa, oradan direk mideye atıyorlar. Hazır yemek ucuz ama tat yok. Eğer yemek sonrası şükür duası edeceğim diye tutturursan; "yemek niyetine yedik, tadını arttır ya rabbim (amin)" demen yeterli olacaktır.

"Fish & Chips", bizdeki tabirle kızarmış balık ve patates kızartması en meşhur yiyecekleri. Tatsız tuzsuz bir şekildeki kızarmış balığı kağıda sararak kağıt helva misali ısırıp ısırıp arada bir de patates kızartması atıyorlar mideye, yanında hiç bir katkı maddesi olmadan. "Yeme de yanında yat" sözü kendilerine atfedilen İskoç hatunlarının yarattıkları estetik terörünün ana sebebini de böylece anlamış olduk.

Glasgow'da büyük bir kısmını Hindistan ve Pakistan kökenlilerin çektiği göçmenler de yaşamakta. Benim en çok denk geldiklerim ise Polonlar oldu. Ayrıca az sayıda Türkler ve Türkiye kökenli göçmenler de var. Glasgow sokaklarında yürürken Türkçe konuşan birisine denk gelme olasılığını istatistiksel olarak hesapladık ve sonucun; Galatasaray’ın önümüzdeki on yıl içerisinde Fenerbahçe’yi yenme olasılığı ile aynı olduğunu gördük: 0,3%.

Evlerin neredeyse hiç birinde perde yok, bazılarında panjur var. İnsanlar vurdum duymaz olduğundan kimse başını kaldırıp bir diğerinin evinin içine bakmıyor. Öyle ki, komşuları pencerenin önünde düşüp ölse ancak cesedin kokusuna gelirler.

Glasgow-36Doğayla iç içe yaşadıkları ve de çok güzel parklara sahip oldukları halde insanlarda çevre bilinci yok denecek kadar az. Kim bir yere çöküp bir şeyler yese, kalkarken çöpünü bırakıp gidiyor. Parkların bir çoğunda ve kanalların kenarında yeşillikten çok çöp bulunmakta. Çöpler, alışıldık üzere bidonlarda değil de kaldırımlarda yığın halinde görevliler tarafından toplanacakları günü bekliyorlar.

Glasgow’da sokaklarda yürürken hiç ummadığın bir anda sincap ve tilkilerle karşılaşman mümkün okuyucu. Eğer şanslıysan botanik bahçesinde otururken çat kapı ziyaretine gelen yavru bir sincapla hatıra fotoğrafı bile çektirebilirsin.

Eğitim tam anlamıyla Amerikan sistemi. Bu nedenle üniversite eğitimi akademik başarıya endeksli; öğrenci geleceği için değil, iyi not almak için öğreniyor. Sınav geçmek hiç zor değil, tek soru en iyi notu alıp alamayacağın.

Glasgow-30Glasgow Üniversitesi'nde katıldığım Hidroloji dersinde Birleşik Krallık genelinde su sıkıntısı yaşandığını duyunca bir hayli şaşırmıştım. Şimdi diyeceksin ki, bu kadar yağmur yağan bir memlekette su sıkıntısı da neymiş? Adamlar bildiğin içme suyu sıkıntısı çekiyor okuyucu. Bunun ise farklı sebepleri var. Tüm bunlara bir de bir asırlık mazisi olan su şebekelerinin yol açtığı %25'lere kayıplar eklenince durum daha da farklı bir boyut kazanıyor. Ömrünü çoktan doldurmuş ve uzatmaları oynayan su borularının patlaması nedeniyle sık sık farklı mahalleleri sular altında görmek mümkün. İlk başta da belirttiğim üzere bu sorun sadece İskoçya'ya has değil.

Avrupa ülkelerinde olduğu gibi çırağımı yetiştireyim edeyim diyen yok ve dolayısıyla da işçilik kalitesinin iyi olduğu söylenemez. Hangi aleti tamir ederlerlerse etsinler, kısa zaman sonra üzerinde yazan şey aynı: 'servis dışı'.

Evler küçücük hatta minnacık. 80- 100 m² büyüklüğünde iki katlı müstakil evler görebilirsin. Gayrimenkullere vurulan vergilerin yüksek oluşundan dolayı daha büyüğü her babayiğidin harcı değil. Ayrıca burada öyle Rusya ya da Norveç’te olduğu gibi küreği vurduğun yerden gaz çıkmadığından ısınma ise elektrikle sağlanıyor.

Toplu taşıma iyi sayılmaz. Otobüslerin ana caddeden çıkma gibi kötü bir alışkanlıkları yok. Tramvay desen, topoğrafinin uygun olmaması nedeniyle henüz icadından haberdar değiller. Metro ise daire şeklinde tek bir hattan ibaret, varlığı da aynı yokluğu da. Tipik tüketim toplumu; toplu taşımaya önem verilmiyor, mecbur dört tekerli almalısın ya da benim gibi tabana kuvvet.

Eğlenme kültürü de farklı bu memlekette. İstisnasız her akşam eğlence mekanlarının önünde sıra bekleyen şahıslar göreceksindir; Glasgowluya her gün bayram mıdır nedir anlayamadım. En ilginç kareyi ise kış ortasında mini etekleri ve askılı elbiseleriyle gece kulüplerinin önünde tir tir titreyerek sıra bekleyen ve süsleri bozulmasın diye üzerlerine bir mont almak akıllarına gelmeyen genç kızlar oluşturuyor.

Giyinme kültürü desen o da bir değişik. İlk bahar, yaz, sonbahar, kış; mevsimlerden her ne olursa olsun bir kombinasyon vardir ki, tek vazgeçilmezdir: Tişört + Şort + Sandal. Hele bir de güneşi ucundan görmeye dursunlar, bakmışsın herkes birer 'Ademcik ve Havvacık'.

Gördüğün gibi Glasgow pek numarası olmayan bir sanayi şehri okuyucu. Gel bir de başkent Edinburgh’a göz atalım seninle. Filmlerde görmeye alıştığımız ve Glasgow’da rastlayamadığımız o hayalimizdeki İskoçya’yı başkentte bulabilecek miyiz bir bakalım..

 

Glasgow Fotoğraf Galerisi:

Glasgow-1

 

Yorumlar   

+3 #4 Hakan 19-07-2015 07:13
Eline sağlık çok faydalı oldu
Alıntı
0 #3 peki gs nin şükrü saraç oglund 15-04-2014 18:16
:oops:
Alıntı
+6 #2 Devrimci 13-01-2013 22:08
Sesli güldüm :lol:
Alıntı
+11 #1 Seher 28-05-2012 22:59
Cok eglenceli bir yazi olmus eline saglik...bayagi güldüm okurken :lol:
"Glasgow sokaklarında yürürken Türkçe konuşan birisine denk gelme olasılığını istatistiksel olarak hesapladık ve sonucun; Galatasaray’ın önümüzdeki on yıl içerisinde Fenerbahçe’yi yenme olasılığı ile aynı olduğunu gördük: 0,3%." (Bu kisim haric tabiki :lol:
Alıntı

Yorum ekle


Güvenlik kodu
Yenile