Yazdır
Kategori: Seyahatname
Gösterim: 9897

Kullanıcı Oyu: 5 / 5

Yıldız etkinYıldız etkinYıldız etkinYıldız etkinYıldız etkin
 

Marakeş Ve Yeşilçam’lık Bir Son

Jamaa-El-Fna'da (Kıyamet Meydanı) yılan oynatıcısı, Marakeş, Fas.

 

  

  

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Bu seferki durağım kalbimde ayrı bir yeri olan güzel ülke Fas’ın güzel şehri Marakeş. Marakeş'e vardığımda takvimler yirmiiki martı, termometre ise +24°C göstermekte. İlk dikkatimi çeken şey ortalıkta montla dolaşan insanlar oluyor. Sonradan anlıyorum ki, burada yaz geldi demek için en az +30°C ve yukarısı olması gerekmiş. Kısacası termometre sıcaktan patlasa dahi o montlar ya da en azından kazaklar kolay kolay çıkmıyor.

Fas, krallıkla yönetilen eski bir Fransız sömürgesi. Gerçi Fas’ın bugün itibariyle sömürge olmadığını söylemek, yerçekimi kuvveti diye bir şey yoktur diye iddia etmek gibi olurdu. Burada Fransız izlerinin ne kadar da kuvvetli olduğunu görüyorum ve buraları daha iyi anlayabilmek için soluğu, bundan daha uygun bir yer olmayacağını düşündüğüm Fransız Kültür Merkezi’nde alıyorum ve sokakları arşınlamaya oradan başlıyorum.

 

Gezerken çekingen olmamanın ne kadar da işe yaradığını, kapıdaki görevliye „dışarıdan bir fotoğraf çekebilir miyim(?)“ diye sorunca bir kez daha anlıyorum, ki istersem içeri girip gezebileceğimi dahi söylüyor kendisi. „Biz istedik bir göz, Allah verdi iki göz“ atasözü ilk defa böyle bir durumda icat oldu galiba. E hadi o zaman durmayayım, varsın üzerinde mavi-beyaz-kırmızı renkli bayrak dalgalanan bu alan olsun kazan, ben kepçe. Bahçede birbirleriyle Fransızca konuşan Faslı genç kızlardan başka bir şey de göremiyorum ve binanın içine dalıyorum. Kütüphanede Faslı gençler harıl harıl Fransızca öğrenmekle meşguller. O ara sömürgecilik oynamanın ana kuralı geliyor aklıma. Neydi bu kural? Dil! Gerisi zaten zincirin halkaları muhabbeti, anlatıp yormayalım kendimizi.

Şehirde özellikle üst sınıf tüm kahve ve lokantaların yemek kartlarında bulacağın tek yabancı dilin, hatta bir çoğunda tek dilin, Fransızca olması da normal haliyle. Burada böyle. Neyse fazla içimi karartmadan dışarı çıkayım. Varsın, kendi ülkesinde kendi ana diline ikinci sınıf muamelesi uygulayan Faslı arkadaşım bildiği doğruların peşinden gitsin.

Marakeş (Marrakech)_11Daha sonra buradan yürüyerek geldiğim Kutubiye Camii’nin tam karşısında duruyorum. Doğrusu önceden bu kadar kötü tarzda ezan okunan bir memlekete gitmemiştim. Müezzinler maaşlarından memnun değil midir nedir tam anlayamadım. Ses desen aynı Ajdar. Camideki şadırvan ülkedeki su miktarına göre tasarlanmış. Çeşme yok, havuz sistemi var. İnsanlar havuzdan doldurdukları yaklaşık bir litre hacme sahip kovalarıyla abdest alıp hatta bir miktarını artırarak tekrar havuza geri döküyorlar.

Caminin önündeki alan gündüzleri başını özellikle sevgilileriyle vakit geçiren gençlerin çektiği bir gruba misafirlik ederken, akşam saatlerinde ise gerek şehri ziyarete gelenler, gerekse yerli halkın boş yerlere çökmesi ile tam bir panayır alanına dönüyor.

Jamaa El Fna/MarakeşMarakeş'in kalbi Jamaa El Fna (Kıyamet Meydanı) adını UNESCO Dünya Mirasları listesine yazdırmış. Adı her ne kadar iç karartıcı cinsten olsa da akşamki halini görünce bu ismi ne kadar da hakettiğini daha iyi anlıyorum. Bugün üzerinde portakal suyu satıcıları, kına ile dövme yapan kadınlar, açık hava aşevleri, yılan ve maymun oynatıcaları, sanatçılar, şaklabanlar, sokak müzisyenleri, hediyelik eşya satan işportacılara kadar geniş bir gruba ev sahipliği yapan bu alan bir zamanlar Sultanlar tarafından infaz alanı olarak kullanılırmış. Gündüzleri, özellikle de sabah saatleri neredeyse sivri sinek cennetini andıran Jamaa El Fna’nın akşamki halini görmeye değer, iğne atsan yere düşmez cinsten ana baba günü.

7’den 70’e halkın en çok tercih ettiği ulaşım aracı motorsiklet olmakla beraber, kendisinin doğum yeri yine Arap ülkeleri olduğunu tahmin ettiğimim trafik canavarıyla yakın akrabalık ilişkileri güttüklerini düşünüyorum. Altlarındaki motorsikletleri ile çarşı pazar demeden dar yollara son sürat dalarak karşıdan gelen diğer motorsiklet sürücüsünü bir nevi yalayarak geçmelerini başka türlü izah etmek mümkün değil. Çılgın manevraları sonucu meydana gelen bir kazanın başrol oyuncusu olan ve kendisine karşı tarafın suçlu olduğu yönünde bir vahiy geldiğini iddia ederek kenara çekilen sütten çıkma ak kaşık Faslılara da rastlıyorum birçok defa.

Şehirde birçok güzel ve bakımlı bahçe bulunmakta. Gündüzleri bu parklarda ağaçların altında „kestiren“ insanlar görmen mümkün. Durumu kısaca özetlemek istersen şöyle diyelim seninle: „Fas’ta gündüz tesbih çevirmesi, gece koyun kavurması“ okuyucu. Sokaklar geceleri dolup taşıyor. Halk güneşe o kadar doymuş ki, Nasreddin Hoca’nın rahmete basmamak için yağmurdan kaçması hesabı, burada güneş ışınlarına basmamak için kaçıyorlar.

Marakeş (Marrakech)_4Arapçada 'Medina' „eski kent ve tarihi şehir“ anlamına gelmekte. Marakeş’in Medina’sı kendisini çevreleyen 12 km uzunluğundaki duvarlar ve 19 giriş kapısına sahip.

Marakeş’e gidip de Medina’nın ara sokaklarında kaybolmazsan olmaz elbette. Kaybolmak diyorum çünkü Medina’nın sokakları tam anlamıyla bir labirent; defalarca dönüp dönüp aynı noktaya gelmek de, saatlerce yürüyüp yürüp gitmek istediğin yere bir türlü varamamak da mümkün.

Sokaklarda halkla muhabbet ederken bir şey dikkatini çekiyor; özellikle yaşlılarla ya da dindar insanlarla kurduğum diyaloglar esnasında Türk olduğum için bana özel ilgi gösterip el üzerinde tutuyorlar. Lâkin gençlerin tavırları biraz farklı. Onlar sana nereli olduğunu sorduklarında, eğer ki dudaklarından dökülen cevap her hangi bir „Batı“ ülkesi ismiyle bağdaşmıyorsa, sohbet etme çabalarının çoğu zaman boşa gittiğini görmen üzmesin seni. Gençlik bizdeki gibi „Yabancı’ya“ meraklı.

Medina sokaklarını arşınlarken bir an beyaz önlüklü çocuklarla karşı karşıya geliyorum ve sayıları sürekli artıyor. Bu şehirde ne kadar da genç doktor varmış böyle diye gülümsüyorum. Gerçi önceden elinde şeker yiyerek şehir sokaklarında turlayan 9-10 yaşlarında doktorlara hiç bir yerde rastlamamıştım ya... Sonra bir anda jeton düşüyor, tam da okul çıkış saati, bunlar okul çocukları. Fas’ta okul önlükleri beyaz renkli, bildiğimiz doktor önlükleri gibi. Tesadüf eseri yeni bir şey daha öğrenmiş oluyorum.

Marakeş (Marrakech)_7Pazarda satıcılarla başladığım muhabbetin sonu tıpkı Yeşilçam filmlerindeki gibi oluyor; Müslüman kardeşim diyor, sarılıyor, öpöyor, misafirperverliğini gösterme adına hemen iki çay söylüyor, orada ayak üzeri tüm tanıdığı Türk artistlerin soy ağaçlarını çıkartıyor, İstanbul diyerek kalbini işaret ediyor, alttan giriyor, üstten çıkıyor veeeee bana bir şeyler satmayı deniyor ama nafile, hiçbir şey almıyorum.

Faslılar telefon görüşmeleri esnasında sürekli ve aşırı abartılı bir biçimde el kol hareketi yapıyorlar.

Marakeş’de taksiler ucuz, en azından sudan az biraz daha pahalı. Yalnız taksicilerin bazıları dinlerine o kadar bağlı ki, gitmek istediğin adrese varmanın en kısa yolunun bu mübarek şehrin etrafında icra edilen tavaftan geçtiğine inanmak onlar için bir nevi ibadet tarzına dönüşmüş. Böylece hesap alıp başını gidiyor; bu sefer bizim taksici durmuyor kaçan hesabın peşine düşüyor; o kaçıyor o kovalıyor, o kaçıyor o kavalıyor. Taksiye binmeden fiyat üzerinde uzun pazarlık etmekte yarar var.

Fas'ta çaylar çay gibi görünse de, içindeki şeker miktarı ve nane itibariyle bol miktarda tüketilen bu maddenin adını „naneli ve çaylı şeker“ koyuyorum. Kahvenin üzerine su içme alışkanlığım var evet ama hayatımda ilk defa kanımdaki şeker seviyesini düşürme adına çayın arkasına su içiyorum.

Fasta yaşlısından gencine, hatunundan herifine, kısacası 7‘sinden 70‘ine herkes Türk dizileri hayranı. Arap ülkelerine kültür ihracatı, yine kendilerine en yakın kültüre sahip „Avrupalı Müslüman Türkler“ üzerinden sağlanıyor anlaşılan. Ya sadece bu dizilerde gördükleri yaşam tarzı nedeniyle burada halkın seni beni de bu filmlerdeki artistlerin yaşadığı tarzda bir hayata sahip olduğumuzu sandıklarını söylesem ne dersin? Kişi başı ortalama iki elin parmakları sayısında „hayat arkadaşı“, sabah teyzenle akşam yengenle sonra onla bunla falan filan..

O meşhur dizilerden biri başladığından hayat tam anlamıyla duruyor. Herkes işi gücü bırakıp adeta en yakınındaki televizyonun içine gömülüyor. Dizi saatlerinde herhangi bir dükkana girdiğinde ise kimse yüzüne bakmıyor, adamlar tam anlamıyla bitkisel hayatta ama filmin bitmesiyle normal hayata dönüyorlar. Erkeklerle konuştuğumda bana en güzel Türk bayan artistlerin, bayanlarla konuştuğumda ise en yakışıklı erkek artistlerin isimlerini sayıyorlar.

Jamaa El-Fnaa meydanında turist bayanların ellerine ve kollarına kına ile çok hoş motifler çizen hatunları seyretmek başlı başına bir eğlence. Yoldan geçen turist kadınlara sorma gereği duymadan pat diye ellerinden tutup dövme yapmaya başlıyorlar. Turist hatunlar daha neye uğradıklarını anlamadan bizim eli pratikler işlerini çoktan bitirmiş oluyor. Söz konusu kurban bir kaç Dirham vererek kurtulurum ümidiyle elini cüzdanına attığında ise bizim uyanıklar şu kadardan aşağı istemem diye tutturuyorlar. Kârlı işmiş okuyucu, acaba ben de mi Marakeş’e yerleşip kınayla dövmeciliğe başlasam ne?

Marakeş (Marrakech)_10Marakeş’de en ilgimi çeken yer Bin Yusuf Medresesi oluyor. Bu şehirde Medina’nın o güzelim daracık ara sokaklarından sonra beni en çok saran mekan burası. Eeee ne de olsa mektep havası daha bir iyi geliyor ciğerlerime..

İnsanlar birbirinin işine karışmayı çok seviyor. Birkaç kez çarşı ortasında „namus“ konulu, seyirci sayısı itibariyle eski Roma hipodramlarını kıskandıran cinsten kavgalara denk geliyorum.

Yollarda yürürken birçok genç yanıma yanaşıp aynı soruyu soruyor: mal lazım mı? Eyvallah canım kardeşim, sağolasın. Ben doğuştan uçuştayım, katkı maddelersiz de bu işi becerebilenlerdenim, seni tutmayayım. Kendileriyle kesin ve kesin alışveriş yapabileceğin ve buraya bu iş için geldiklerini açıkça söylemekten çekinmeyen okyanus ötesi kökenli yoldaşlarına doğru uzan bakalım deyip devam ediyorum.

Gezerken kendimi bir ara şehrin sanayi bölgesinde buluyorum. Oradan direk devam edince de Medina sınırları dışına çıkıyorum.  Hırpalanmış büyük bir binanın ne olduğunu merak ederek içeri dalıyorum. İçeride harıl harıl tadilat çalışmaları devam ediyor ve ortalık büyük bir yangın sonrasını andırıyor. Ayrıca cam çerçeve aşağı inmiş vaziyette. Galiba bu aralar moda olan demokrasi rüzgarlarından olsa gerek diye düşünüp soluğu görevli bir bayanın yanında alıyorum. Kendisine, burada ne olduğunu sorduğumda konuyla alakasız ne varsa anlatıp, konuşmasını süslemek adına ağzındaki sakızıyla ara sıra bir kaç baloncuk atmayı da unutmuyor sağolsun. Yaklaşık kırkbeş dakika sonra ayakta vaaz dinlemekten yorgunluktan bulunduğum yere bayılmak üzereyken „senin yüzünden işimden oldum“ diye bombayı patlatıyor. „Topu topu bir soru sordum, sana kim dedi Fas tarihini anlat be güzel ablacığım“ diyerekten teşekkür edip yoluma devam ediyorum.

Fas’ı diğer bazı Arap ülkelerinden ayıran özelliği ise, Kral’ın halk tarafından çok seviliyor olması. Marrakeş‘de kimle muhabbet edersen edeyim, söz Kral Muhammed’e geldiğinde havaya bir öpücük atıyor. Kim bilir belki de ben sadece fanatik Kral hayranlarına denk gelmişimdir..

Kıyamet Meydanı / Marakeş / FasArtık Marrakeş'e veda vakti gelip çatıyor. Uçak bileti dahil 160€‘ya bir hafta geçirdiğim bu güzel şehirden ayrılırken, Kobra kardeş sağolsun ayağa kalkıp uğurluyor. Gidiyorum ama anlaşılan bir şeyler kalacak; ayaklarım gitse de, kalbim gidemeyecek bu çok sevdiğim şehirden  öteye..

Bir sonraki durağım Kazablanka şehrinde bulunan Hassan II.