Yazdır
Kategori: Seyahatname
Gösterim: 74666

Kullanıcı Oyu: 5 / 5

Yıldız etkinYıldız etkinYıldız etkinYıldız etkinYıldız etkin
 

Müslüman Ailelerin Hristiyan Çocukları

Sameba Katedrali, Tiflis - 5

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Batum'da LonelyPlanet rehberinde çok övülen bir hostelde yer bulamayınca, pansiyon sahibi bayan sağolsun bize komşusunun evinde yer ayarladı. Ev sahibemizle ilk gün dil sorunu nedeniyle pek anlaşamadık ama sabah Türkçe konuştuğumuzu duyunca başladı bizimle çatır çatır güzel bir şekilde Türkçe konuşmaya. Öğrendik ki, aslen Laz kökenliymiş ve Türkiye’de birçok akrabası varmış. Bu nedenle de sık sık Türkiye'ye gelip gidermiş. Sağolsun Arife günü helva yaparak bayram günü bizlere ikram etti. Kendisi Müslümanmış ama çocuklarının boyunlarında haç taşıdıklarını görünce merak ederek nedenini sormam üzerine ise, devletin Müslüman çocukları hristiyanlaştırdığını ve okula gidip gelen çocuklarının kendilerini Hristiyan olarak benimsedikleri yönünde enterasan bir cevap verdi. Yani Müslüman ebeveynlerin çocukları böylece Hristiyan oluyormuş. Bir gün evvel yer bulamadığımız hostelin bahçesinde otururken Gulnasi isminde hostel sahibi bayan anne babasının da Müslüman olmasına rağmen kendisinin Hristiyan olduğunu anlattı bize, üstelik bu konu hakkında kendisine tek bir soru dahi sormamamıza rağmen. Aklımda kaldığı kadarıyla da kendisine Gulnasi yerine Sophie dememizi rica etmişti bizlerden.

Bu yolculuğumuz dikkatsizliğim sonucu gereksiz bir macerayla başladı. Sabiha Gökçen Havaalanı'na varıp önceden yanıma çıktısını aldığım bilete göz atınca, nedense bilete bakma ihtiyacı hissetmeden çıkıp yanlış havaalanına gitmemize vesile olmuş olduğumuzu anladım. 'İstanbul-Atatürk'ü okur okumaz... Neyse.

Meğer bir ucuz havayolu şirketi olan AtlasJet bile Atatürk Havalimanı'ndan kalkarmış da haberimiz yokmuş. Olan, bir an evvel uçağa yetişebilmek için taksiye bayıldığımız 100TL'ye oldu. Neyse, ileride analatabileceğim lüzumsuzluklar listeme yeni bir şey daha eklenmiş oldu diyerekten defterime not düştüm. 

Tiflis havaalanı, sabah saat 03:00 civarları
Gürcistan’a merakım 2008’de gerçekleşen ve beş gün süren Gürcistan-Rusya savaşıyla başladı. Gel zaman git zaman 2014 temmuzunda Ramazan Bayramı öncesi uçakla İstanbul'dan Gürcistan'a gittim. İstanbul'dan Tiflis'e uçuş saatleri biraz ters. Sabah saat 02:30 civarı Tiflis’e varır varmaz havaalanının neredeyse her tarafında sağa sola kıvrılıp uyuyan insanların arasına karışıp havaalanından şehri merkezine hareket eden ilk toplu taşıma aracının hareket saatini beklemeye başladık. İndiğimiz saatte ana baba gününü andıran Tiflis havaalanından saat yedide ilk toplu taşıma aracıyla ayrılırken ortalıkta tek tük insan kaldığını görünce de, toplu taşımanın biraz 'lay-lim-lom' olduğunu anlamış olduk.
Farklı para birimlerinin Gürcistan Larisi karşılığı
Para birimleri Lari, kısaltılışı GEL (Georgian Lari). Lari'nin değerinde son birkaç senede ufak tefek oynamalar dışında pek bir değişiklik olmamış. Gürcistan’ın ekonomik durumunun pek iyi olduğu söylenemez. Uzun bir maziye sahip şarap üretimi dışında pek bir üretimleri olduğunu duymadım, sanayilerinin matematiksel karşılığı neredeyse sıfır. Mallar genelde yurtdışından geliyor, birçoğu da Türkiye’den. Tek umutlar turizme ve çalışmak amacıyla yurtdışına giden akrabaların yapacağı maddi yardımlara bağlı. Bu nedenle de birçok Gürcü çalışmak için Türkiye’nin yolunu tutmakta. Akdeniz kıyısındaki otellerde çalışanı mı ararsın, Türkiye'de evlerde hizmetçilik yapanı mı, yaşlılara bakıcılık yapanı mı, yoksa kışın Palandöken'deki otellerde masörlük yapanı mı hepsi var. Söylemelerine göre Gürcü kadınlar için en iyi iş ise Türkiye’de evlerde hizmetçilik yapmak, bu yolla maaşları 600-1000$ arası olurmuş.

 Gürcüce öğrenmece
Gürcüce, bir kelime içerisinde birçok sessiz harfin yanyana geldiği kelimelerden oluşan ve bir yandan kabaca bir yandan da hızlıca konuşulan bir dil olarak hafızamda yerini aldı. Benim gibi çaylaklar için bazı kelimeleri telaffuz etmesi zaman alabiliyor.

Tiflis’teki ilk günümüzün sabahında Haçapuri (H harfi gırtlaktan) dedikleri pidelerinden yiyelim dedik ve sonuç tam anlamıyla hayal kırıklığı oldu. Gerek hamurunun tuzsuz oluşu gerekse bir pidenin içine doldurdukları neredeyse yarım kilo peynir nedeniyle peynirli ve yumurtalı Haçapuri pek sarmadı bizi. Sonradan yediğimiz patlıcanlı Haçapuri ise tek kelimeyle harikaydı. Ayrıca bir nevi Gürcü mantısı olan Hinkali'nin Haçapuri’den çok daha fazla tüketildiği dikkatimizi çekti. Özellikle de masayı kurup kafaları sulayan insanlar bu yarım yumruk büyüklüğündeki mantıları elleriyle açıp tek tek mideye atıp üzerine de şişenin dibini gözlüyorlardı. Bir şahsın turist olduğunu Hinkali yiyişinden anlamak mümkün. Koyun önüne Hinkali’yi, şayet eliyle yerse Gürcü’dür, çatal bıçakla yerse de turist. Gürcü yemeklerinden en çok da ceviz sozlu patlıcan salatasını sevdim, tadı hâlâ damağımda. Gürcü mutfağı deyince aklıma 'hamur aşağı hamur yukarı' geliyor. Sekiz gün boyunca hamur yemek zor işmiş onu anladım. Yemekleri genelde tuzsuzdu, tatsız tuzsuz haşlanmış bir pilavı ilk defa burada yedim. Çinlilerin haşlama pilavı o kadar da kötü değilmiş hani. Cevizli sucuklarına bayıldım ve bizdekilerden daha iyi yaptıklarını düşünüyorum. Bir zamanlar askerlere hem çok kalorili hem de dayanıklı bir gıda maddesi arayışı sonucu ortaya çıkmış cevizli sucuk.

Tiflis'te eski ve yeni yanyana
Türkiye ve Gürcistan devletlerinin yaptıkları anlaşma sonucu Türk kimliğinizi cebinize koyduğunuz gibi pasaporta ihtiyaç duymaksızın Gürcistan’a gitmek mümkün. Sınırların kalktığı günümüz kapitalist dünyasında bunun sebebinin de tamamen duygusal olduğunu belirtmeye gerek yok her halde. Böylece karşılıklı ticaret kolaylaşmış, iş yapmak isteyen insanlar sorunsuzca sınırı geçebiliyorlar. Bu durum sadece ticareti değil aynı zamanda fuhuşu da tetiklemiş. Burada Türk denince akla daha çok gece hayatı ve fuhuş için ülkeye gelen vatandaşlarımız geliyor, kısacası karizma yerlerde. Türklerin yanısıra İranlılar ve lüks araçlar içerisinde buraya gelen Iraklıların da ilgi alanları farksız sayılmaz. Bir yerlinin söylediğine gece mekanlarında müşteri arayan başta Özbekistan olmak üzere Ermenistan ve Azerbaycan uyruklu hayat kadınları mesleklerini icra edebilme adına durumdan pek rahatsız değilmiş haliyle. Türkiye’den sınır dışı edilen farklı milletlerden fahişelerin ikinci durağı da genelde Gürcistan olurmuş. Ayrıca Gürcistan’ın gece hayatında uyuşturucu trafiğini yönetenlerin içerisinde de birçok Türk varmış ve dolayısıyla da bugün Gürcistan hapishanelerinde bu sebepten yatan Türkler varmış. Anlatılanlarda ne kadar doğruluk payı var, artık burası sana bana kalmış. Gürcistan'dan Türkiye'ye fuhuş için gelen bayanları da unutmayalım. Bunun dışında etrafta birçok Rus turistle karşılaşmak mümkün ama son zamanlar en çok Ukrayna'dan turist gelmiş.
 

Gerek Tiflis’te gerekse Batum’da, kasabından berberine, restoranından marketine Türklerin işlettiği birçok işyerine denk gelmek mümkün. Gürcistan’da hayatın neredeyse her alanında Türk malları göreceksindir. Örneğin kaldığın evin banyosunda asılı havlunun üzerinde "Denizli Havlusu" yazar, yolda herhangi bir bakkala girersin birçok Türk malı gıda ürünüyle karşılaşırsın, dışarıya baktığın pencerenin markası yok Ayşe ya da MehmetPen’dir, ihtiyaç gidermeye tuvalete gidersin klozet bile Türk malı çıkar, yolda yürürken Türk bankasına denk gelirsin vs. vs.. Anlaşılan o ki, burada iş yapan Türkler yerlilere istihdam sağladıkları gibi, sanayisi neredeyse sıfıra eşit olan bir ülke olan Gürcistan gibi bir komşuya sahip olmamız da Türk şirketleri için ürünlerine alıcı buldukları bir pazar daha bulma avantajı sağlamakta. Türkleri pek beğenmediklerini ve burada istemediklerini söylemek mümkün. Adamlar için Almanlar dünyanın bir numarası, Alman arabası ise en kral araba.

İnsanları genelde suratsız buldum ama öyle bizdeki satıcılar gibi sülük değilller hatta çok vurdumduymazlar diyebilirim. Örneğin bir dükkana girdiğinde dükkanda senden başka kimse olmadığı halde dükkan sahibi çok nadir yanına gelip ne lazım diye soruyor. Sanki hiç paraya ihtiyaçları yok. Hatta bir sokak satıcısından 2 Lari’ye ufak bir hediyelik eşya almak istedim ve 5 Lari uzattım. Kendisi "no change" diyerek iki eliyle ne yapayım işareti yaptı ama sadece 10 metre İlerideki büfeye gidipte parayı bozdurma girişiminde bile bulunmadı. Bizde olsa o adam ona sorar buna sorar, aşağı gezer yukarı gezer ve o parayı bozardı ama adamların sanki dünya umrunda değil. Kısacası öyle turistlere bir şey satmak için tacizde bulunan yok, taksi şoförleri bile çok "normal". Ufak köylere gittikçe insanlar daha sevecen ve yardımseverleştiler, Tiflis ve Batum gibi şehirlerde ise insanları pek sempatik bulmadım. Gürcü kızlarının tipleri güzel ama biraz suratsızlar gibime geldi. Bir de çoğunun kaşları bir hayli kalındı. Erkekler ve bayanların karşılaştıklarında sol yanaktan sadece bir kere öpüştükleri de dikkatimi çekenler arasındaydı. He bir de Türkiye'ye yaklaştıkça insanların burunları uzadı mı yoksa bana mı öyle geldi emin değilim.

"Moulin Electrique" isimli güzel bir kafede Türk Kahvesi eşliğinde seyahat günlüğüme bir şeyler karalarken
Tiflis'te dolanırken tesadüf eseri denk geldiğimiz 'Moulin Electrique' isimli kafe, şehrin entel dantel takımının takıldığı mekanlardan birisi. İçerisi gerçekten çok hoştu ve koca fincanda gelen Türk Kahvemi yudumlarken not defterime bir şeyler karalamayı da ihmal etmedim. 7000 yıllık şarap kültürü olduğu söylenen Gürcistan'da bir sonraki durağımız olacak Batum’da oturduğumuz bir restoranda bir litrelik sürahilerde servis edilen fıçı şarapların beyazı 3, kırmızı ise 5 Lari idi (hatırlatma: 1Lari = 2,35€). Restoranlarda menü kartlarında yazan fiyatlara hesap geldiğinde %10’luk bir ekleme yapıyorlar. Böylece menü kartına göre 20 Lari tutması gereken hesap oluyor 22 Lari. Bu %10 olayı vergi mi yoksa servis parası mı fişlerin Gürcüce yazmasından dolayı anlayamadım.
Moulin Electrique kafenin hemen karşısında bulunan küçük sinagogdan bir fotoğraf
Kafeden çıkıncada hemen karşıdaki küçük sinagoğa uğradık. Önceden sinagog görmedik değil hoş ama madem kapısına kadar gelmişiz diyerekten girip gezelim dedik. İçerideki görevli boş oturmaktan çok sıkılmış olacak ki, bize her şeyi gösterdi ama burada da dil sorunu yaşadığımızdan ne demek istediğini pek anlayamadık. El ayak derken anlaştık yine de bir türlü.
 

Daha sonra yolda yürürken bir kenarda büyükçe bir şarap fıçısından bardaklara doldurarak sattığı içeceğin ne olduğunu merak ederekten denemek üzere bayana yaklaştık. Öğrendik ki, "Burakhi" isminde alkolsüz bir içecekmiş. Sulandırılmış üzüm pekmezini andıran tadı nedeniyle serinletmek bir kenara dursun, insanın genzini yakan bir tadı vardı. Gerek metro duraklarında gerekse yol kenarındaki reklam panolarında birçok Alman birasının afiş ve reklamlarına da sık sık denk geldik ama Efes neredeyse her eğlence mekanında vardı. Gürcistan'da insanların şaraptan çok bira tükettikleri dikkatimi çekti. Bira demişken, bu konuda aklımda kalan en ilginç ve en iştah kapatıcı manzaraları ise evlerin önünde, düğünlerde, parklarda, sahilde ya da her hangi bir yerde kıllı kıllı koca bira göbeklerini açıp gezen erkekleri görmem oldu. Adamlarda öyle bir kültür var, param var yiyip içiyorum ve gösteririm de abiciğim diyorlarmış hesabı yani.

Tiflis’te yaşadığım en ilginç anılardan biri de metro yolculukları oldu. Yeraltına inen yürüyen merdivenlerin uzunluğu ve dolayısıyla da uzun süren merdiven yolculukları nedeniyle bazı insanlar ayakta durmak yerine merdivenlere oturmayı tercih ediyorlardı (yukarıdaki fotoğrafa dikkatli bakıldığında oturan bir şahıs görmek mümkün). Ayrıca metrolar eski ve tahminimce Amerikan malı, Budapeşte‘dekilere çok benziyorlar.

Gürcistan tam anlamıyla Almanya’nın araba çöplüğüne dönmüş durumda. Öyle ki, Almanya’da trafiğe çıkma müsadesi olan "TÜV"ü alamayacak cinsten tüm eski Alman arabaları Gürcistan yollarında boy gösteriyor. Hatta birçoğunun üzerinde Almanya’da son olarak görev yaptıkları şirketin ismi ve adresi de yazılı ve bunları silmek gibi bir dertleri de yok. Almanya’da görev süresini tamamlamış fakat Gürcistan’da hâlâ uzatmaları oynayan eski ambulanslar dahi gördük birkaç kez. Aralarında eski bir İngiliz ambulans aracının da bulunduğu sağdan direksiyonlu araçlar da var. Ayrıca gençlerin üzerinde sık sık Alman milli takımının formasına da denk gelmek mümkün. Bunun yanısıra büyük inşaat projelerinin bilgilendirici levhalarında da Alman ve Avusturyalı mühendislik şirketlerinin isimlerine de denk geleceksindir.

Narika Kalesi ve Gürcistan'ın Annesi heykeline çıkan teleferik
Tiflis’te bulunan Narikala Kalesi ve Gürcistan’ın Annesi heykeline dünyanın teleferik alanındaki lider firması Leitner'in yaptığı teleferikle çıktık. Swarowski mağazası mı dersin yoksa diğer Avrupalı şirketler mi.. hepsi burada mevcut. Anlaşılan Gürcistan sadece Türk şirketleri için değil, Avrupalı şirketler için de iyi bir pazar. Ayrıca geçenlerde AB ile iş birliği anlaşması imzalalayan Gürcistan'ın parlamento binası önünde göndere çekilmiş Avrupa bayrağı da Gürcistan’ın sırtını nereye yasladığının bir ipucu niteliğinde. Rusya'ya karşı birlik mesajları veren posta kartlarına da denk geldik defalarca.
Tiflis'te bulunan Gürcistan parlamento binası ve önünde yanyana AB ve Gürcistan bayrakları
Gündüzleri sıcak nedeniyle tek bir insan bulunmayan sokaklar ve parklar geceleri ana baba günü. Bizdeki gibi çekirdek çıtlatmayı seviyorlar ama çekirdekleri bizdekinden farkılı. Etrafta sık sık çekirdek satan yaşlı insanlar görmek mümkün. Akşamları özellikle de Tiflis’te eğlence mekanlarının birçoğunda canlı müzik yapan gruplara denk gelmek mümkün. Eğlenmeyi sevdikleri ortada. Ne demişler? Laz parayı, Gürcü havayı sever!
Kilisenin yolunu tutan insanlar
Gürcülerin dikkatimi çeken bir diğer özellikleri de ister modern giyimli genci ister yaşlısı olsun kiliselere ve din adamlarına bir hayli saygılı olmaları oldu. Örneğin bir kilisenin önünde duran dolmuştan inen bir genç hemen kiliseye dönüp haçı çakıyor ve birçoğu boyunlarında haç taşıyorlar. Kaldığımız üç ayrı evin hepsinde de mum yakılan ve üzerinde dini resimler bulunan bir ibadet köşesi bulunmaktaydı. Üzerindeki mini etek, kısa şort, askılı elbise tarzı kıyafetlerle dolaşan bayanlar sadece kiliseye girerken başlarını ve omuzlarını örtmek için çantalarında şal taşıyorlar. Kiliselerde gördüğüm kadınların hepsinin başları örtülü idi.

 Bir elinde telefon bir elinde tesbih kapıda merakla birini beklediği her halinden belli olan bir rahibe ve yanındaki bayan

 

Ayrıca ellerinde tane taşlardan değil de kumaştan yapılmış tesbih çeken rahibeler tek kelimeyle tam tessetürlü, başka bir ülkede arkadan görsen kafadan Müslüman dersin. İnsanlar kendilerine karşı çok saygılılar.

 

Yoğun güvenlik önlemleri ve basının yakın takibi altında kiliseye giren din adamı
Kiliseyi ziyaret ettiğimiz gün ve saati istesek bu kadar tutturamazmışız. İçeride her yer kırmızı halı, güvenlik görevlileri etrafta cirit atıyor, basın desen her yerde,  insanlar sabırsızlıkla birilierini bekliyorlar vs. vs. Etraftakilere kim gelecek diye sorsam da, dil problemi nedeniyle bir türlü anlaşamadık. İnsanlar elleriyle gökyüzünü gösterince, dedim tamam! Kesin ensesi kalın bir vatandaş gelecek ama kim?  Sonuç olarak kale gibi korumalar ve lüks araçlardan oluşan uzun bir konvoy eşliğinde gelen bir din adamı belirdi kapıda.
Kalabalığı yararak ilerlemem sonucu en önden fotoğrafını çektiğim şahıs Fener Rum Patriği Bartolomeos'a ne kadar da benziyor
Din adamlarına karşı çok saygılı olduklarını söyleyebilirim. Kilisede papazların omuzlarını bir kere öptüklerini gördüm. Gerek sokaklarda gezen insanlar ve gerekse sağda soldaki sabit yardım kutuları vasıtalarıyla kiliselere para topluyorlar.
Büyük Sinagog, Tiflis
Bunun yanısıra Tiflis’te gittiğimiz her iki sinagogda ve sinagogların çevrelerinde kılık kıyafetleriyle hangi dine mensup oldukları açıkça belli olan Yahudilere de rastladık. Her iki sinagog da bugün aktif olarak kullanılmakta ve içeriyi girip gezmek de mümkün. Büyük sinagoğun bahçe kapısından girince hemen sol tarafta sinagogta görev yapmış hahamların fotoğraflarını da görmek mümkün.
Abanotubani
Şehirde en çok beğendiğimiz yerlerden biri Abanotubani semti oldu. Burada ismini bu bölgeden alan bir de hamam var. Akşamları ışıkların yanmasıyla ortaya çok hoş bir manzara çıkıyor. Hamamın üzerine çıkıp dolaşmak mümkün, en azından bize bir şey diyen olmadı. Yukarıdaki fotoğrafta sağ tarafta minaresi gözüken yer ise Cuma Mescidi.
Yolun sonunda minaresi gözüken yer Cuma Mescidi
Bugün itibariyle Tiflis’in ibadete açık tek camisi ise Cuma Mescidi. Ramazan ayının son günlerinden birinde öğleden sonra Cuma Mescid’ine gittik. Orada Hongkong’da yaşayan  Asyalı Müslüman bir arkadaşla tanışıp sohbet ettik. Arkadaş birkaç ay sürecek bir Avrupa turuna çıkmış ve gezdiği halde oruç tutuyormuş. Zor olmuyor mu diye sorunca, "hayır kesinlikle değil" deyince dedim valla helal. Gezerken sıcak nedeniyle günde en az üç adet 1,5 litrelik su şişesine banamısın demiyen ben nerdeeee, o eleman nerde.
Cuma Mescidi'nin iç görünüşü
Mescidin içerisinde etrafa bakarken önceden İran’da da denk geldiğim ve şiilerin namaz kılarken alınlarıyla üzerinde secde ettikleri taşlara burada da denk geldim. Bu taşa secde etme olayının sebebi şu: Şiiler, Hz. Muhammed ve çevresindekilerin toprak üzerine secde ettiklerini ve halı kilim gibi şeylerin üzerine secde olmayacağını varsayarak, bir taşın üzerine secde ediyorlar. Cemaatin çoğunluğu şii olduğundan camide küçük taşlar bulunmakta. Orada görevli bir beyfendiyle sohbet etme imkanı da bulduk. Kendisi Azerbaycan şivesiyle 1950'li yıllara kadar burada birçok cami olduğunu ve bunların Sovyetler tarafından yıkıldığını ve bugün ise Tiflis’te sadece içerisinde bulunduğumuz Cuma Mescid-i’nin ayakta kaldığını anlattı bize. Yine Cuma Mescidi'nde hutbe ve sohbetlerde kullanılan dilin Türkçe oluşu, Ramazan ayında teravihlerde yaklaşık ortalama 60 kişilik bir cemaat olması ve hocalarının ise Tiflisli doğumlu bir bey oluşu bize verdiği bilgiler arasındaydı. Ayrıca Gürcistan genelinde yaklaşık 500.000 Müslüman varmış (Sanal alemde 425.000 sayısına denk geldim). Tiflis’te bulunan Müslümanlar Türkiye'den buraya iş yapmak için gelen vatandaşlarımız ve Azerbaycan Türklerinden oluşmakla beraber, Batum’da ise Gürcü Müslümanlar yaşamakta.
David Gareji Manastırı'na giderken yolumuzu sık sık kesen çevre sakinleri
Tiflis'te ne yapalım ne edelim derken, LonelyPlanet'in tavsiye ettiği Tiflis'e yaklaşık 75 km mesafede ve Azerbaycan sınırında bulunan David Gareji Manastırı'na gitmeye karar verdik. Yollar pek düzgün olmadığından yaklaşık iki saatte varabildik. Minibüse binerken dağıttıkları ve manastır hakkında bilgi veren kağıtlardaki bazı satırları okuyunca keşke okumasaymış dedim içimden. Manastır yarı çöl bir bölgede bulunduğundan yılanların anavatanıymış meğersem. Bilmediğimizden üzerimizdeki güzel şort ve sandallarla düştük yola. Cahillik güzel şeymiş dedim içimden, bu bilgiyi okumamış olsak ne güzel güle oynaya girermişiz yılanların yuvalarına...

Tiflis sokaklarında sayısız yaşlı dilenciyle karşılaştık. İnsanlar az da olsa özellikle de kilise kapısında bekleyen bu insanlara yardımda bulunuyorlardı. İnsanların birçoğunun sistematik bir şekilde hiyerarşik yapıya sahip mafyalar tarafından dilenmeye zorlandığını düşündüğümden, prensip olarak sokaklarda dilenen insanlara tek bir kuruş dahi vermiyorum. Bu nedenden bir kilisenin önünde elindeki değneği yardımıyla yürüyerek yanımıza gelerek para isteyen gence de bir şey vermeyince, Gürcüce tahminimce küfrederek yanımızdan uzaklaşırken elindeki değneğini tesbih misali sağa sola döndürerek yanımızdan uzaklaşmasını görünce de, bazen gerçekten çaresizlikten dilenen insanların böyle sahtekârlar nedeniyle ne kadar zarar gördüğü geçtim aklımdan. Yine aynı şekilde yanındaki bir çocukla dilenen mavi ojeli ve modaya uygun giyinimli genç bir bayana da; "sen buralara kadar zahmet etmeseydin, parayı kuaförüne kadar getirip bırakırdık be ablacığım" demek geldi içimden ya neyse.

Rustaveli Bulvarı'nın bir ucunda bulunan Özgürlük Meydanı, Tiflis
Trafik polisleri de aynı bizdeki gibi kafa şişirmede dünya şampiyonu. Dırt dırt diye öttürdükleri itici sirenleri eşliğinde megafondan bağıra bağıra sözümona trafikte asayişi sağlamak için araç sürücülerini taciz etmektelerdi. Trafik polislerinin araçları yeni ve dikkatimi çektiği kadarıyla hepsinin içerisinde küçük bilgisayar tarzı teknlolojik aletlerden vardı. Ayrıca yollarda birçok yerde kavşaklar yerine yerdeki çizgiler kavşak görevi görüyor, çizgi nereden dön derse kavşak orada.
 

Özgürlük Meydanı'nın hemen yanında bulunan parkta bir bankta otururken yaklaşıp el afişi uzatan yaşlı bir bayan birbirimizle Türkçe konuştuğumuzu duyunca, kendisinin bir Azerbaycan Türk’ü olması ve dolayısıyla da Türkçe bilmesi nedeniyle, yanımıza oturup bizimle Türkçe muhabbete daldı. Gerçi ismine baksan Türk demezsin ama bu isim olayı bir Sovyet mirasıymış. Teyzem ayda 70$ maaş alan 65 yaşında emekli bir öğretmen. Geçim sıkıntısı nedeniyle bir taraftan tanıştığımız parkta eski kitaplarını satmaya diğer taraftan da komisyon karşılığı bir turist acentasına müşteri bulmaya uğraşıyordu. Kendisi bir komünist olmamasına rağmen Sovyetler zamanını minnetle ananlardan. Söylemesine göre o zamanlar çalışana ev bedavaymış ve çalışmama gibi bir lüksün zaten olamazmış ve dolayısıyla da herkes çalışırmış. İşe başlayanlara devlet önce derme çatma bir ev verir birkaç sene sonra da daha iyi bir eve yerleştirirmiş. Elektrik gaz parası yok denecek kadar azmış. Sovyetlerin dağılmasından sonra gerçekleşen özelleştirme sürecinde teyzem 30$ karşılığı devletin önceden kendine verdiği evi üzerine almış ve bugün bile hâlâ kira vermiyormuş. Teyzenin bir de oğlu varmış ve onun maaşı ise 200$ civarındaymış. Oğlu, evlendiği kendileri gibi Azerbaycan Türk’ü olan gelininden ayrılmış. Söylemesine göre gelininin gözü çok yüksekteymiş ve oğlu isteklerini karşılayamadığından bir çocukları olmasına rağmen onu terk etmiş. Bizim kızlar hayırsız, gözlerini hep mal hırsı bürümüş, Gürcü kızına yüzüğü taksan yeter diyip durdu bize. Gerçi Gürcü kızlarının ne kadar havalı olduğunu kendi gözlerimle gördüğümden pek inanasım gelmedi ama yine de ses etmedim teyze anlatırken. Buralarda Ermeni var mı soruma öyle bir cevap verdi ki, gülmekten birkaç dakika kendime zor geldim: "tabii ki var oğlum, karpuzu kes içinden Ermeni çıkar". Peki size bir şey diyorlar mı sorumu ise; "yoook, burası babaların ülkesi değil ki oğul, onlar da bizim gibi sonradan gelmiş, nasıl desin?" diyerek cevaplıyor. Peki Gürcüler Türkler hakkında ne düşünüyor sorumu ise yine komik bir cümleyle cevaplıyor: "Beğenmiyorlar ama götlerine giydikleri dona kadar Türk malı, beğenmeseler ne olur?!" Teyze teyze değil, laf cambazı mübarek..

Tiflis’te girdiğimiz sahibi Denizli’nin Çivril ilçesinden olan bir Türk lokantasında çalışan bir arkadaşın demesine göre ataları 300 sene önce Türkiye’den buraya göçmüşler. Kendisi daha çok Azerbaycan Türkçesi diyebileceğimiz bir şiveyle konuşmaktaydı. Anlattıklarına göre 1950'li yıllarda Sovyetler burada yaşayan Türklerden kimliklerini toplayarak yeni kimlikler dağıtmış. Yeni kimliklerde ise eski kimliklerde milleti hanesinde yazan "Türk" yerine "Azeri" yazmışlar. Böylece bölgede yaşayan Türk nüfusun sayısı daha az gösterilmiş.

Sırbistan’da her yerde satranç oynayan insanlara denk gelmiştim, burada ise tavla. Hatta bir akşam karanlık çöktükten sonra bir parkta para karşılığı zar atanlara da denk geldim.

Eski Şehir, Tiflis
Tiflis'in en güzel yerlerinden bir de Eski Şehir. Kırık dökük binaları arasında dolaşmak güzel iş. Çok sıkı korunan Cumhurbaşkanlığı konutunun bulunduğu semtde de durum farklı sayılmaz ama eski evlerin önlerinde lüks sayılacak tarzdan arabalar görmek mümkün.

Tiflis'ten Batum'a trenle gidelim dedik ama Gürcistan'da trene olan yoğun ilgi nedeniyle en az iki gün önceden bilet almamız gerektiğini bilmediğimizden böylece bu iş yattı ve karayolu ulaşımına kaldık. Trafiğe çıkan her bir Gürcü canavara dönüşüyor demek mümkün, aynen bizdeki gibi yayalara karşı çok saygısızlar. Sorsan Gürcü polisi çok sıkı ve kuralları çiğneyenlere göz yumdurmuyor ama polis hangi birine ne desin ki, hepsi bir alem. Gürcistan’dan sonra gittiğimiz Antalya’da engelli bir vatandaşın gece yarısı trafik lambalarının devre dışı olduğu bir vakitte karşıdan karşıya geçme girişiminde bulunduğu bir anda karşıdan son sürat gelen son model bir aracın "yol hakkı benim bekle" dercesine selektör yapması gibi birçok olayla karşılaştık Gürcistan’da da. Bindiğimiz minibüsün şoförünün direksiyona geçtikten hemen sonra haç işareti yaparak dua etmesinin nedenini sonradan anladım, gördüklerim karşısında "yola çıkmadan dua edirtecek kadar varmış" dedim kendi kendime. İki şeritli ve bol virajlı kısmen dağlık yolda gerçekleşen Tiflis-Batum minibüs yolculuğumuz esnasında gördüğümüz kazalara rağmen banamısın demeden gaz pedalına yüklenen minibüs şoförünün kullandığı araçta kalbimin ne kadar dayanıklı olduğunu test ettim ve en az bir elli yıl daha yaşayabilecek kadar sorunsuz çalıştığını anladım. Adamlar değil deli, bildiğin deli oğlu deli gibi araba kullanıyorlar. Minibüs hareket etmeden binen ve elindeki Pokemon kartı büyüklüğündeki üzerinde dini resimler bulunan kartlardan bizim dışımızdaki tüm yolcuların istisnasız hepsine satan küçük kızın da gelecekte ülkenin en zenginleri arasına girmesi muhtemel; en azından işi iyi, talep hep olacak. Tiflis-Batum arası yolda sayısız Türk tırlarına da denk geldik. Gori'deki Stalin Müzesi'ni gidip görmek istesem de Tiflis'te planladığımızdan fazla zaman geçirince gidemedik.

Müslüman ailelerin Hristiyan çocukları
Batum'da LonelyPlanet rehberinde çok övülen bir hostelde yer bulamayınca, pansiyon sahibi bayan sağolsun bize komşusunun evinde yer ayarladı. Evsahibemizle ilk gün dil sorunu nedeniyle pek anlaşamadık ama sabah Türkçe konuştuğumuzu duyunca başladı bizimle çatır çatır güzel bir şekilde Türkçe konuşmaya. Öğrendik ki, aslen Laz kökenliymiş ve Türkiye’de birçok akrabası varmış. Bu nedenle de Türkiye'ye gelip gidermiş sık sık. Kendisi Müslümanmış ama çocuklarının boyunlarında haç taşıdıklarını görünce merak ederek nedenini sormam üzerine ise, devletin Müslüman çocukları hristiyanlaştırdığını ve okula gidip gelen çocuklarının kendilerini Hristiyan olarak benimsedikleri yönünde enterasan bir cevap verdi. Yani Müslüman anne ve babanın çocukları da böylece Hristiyan oluyormuş. Müslüman anne babaların pratik hayatta dinle uzaktan yakından pek alakaları olmadığından durumdan rahatsız değillerdi. Hatun sağolsun Arefe günü bizim için helva yaparak bayram günü ikram etti. Akşamleyin yer bulamadığımız hostelin bahçesinde otururken Gulnasi isimli hostel sahibi bayan da anne babasının da Müslüman olmasına rağmen kendisinin Hristiyan olduğunu anlattı bize, üstelik bu konu hakkında kendisine tek bir soru dahi sormamamıza rağmen. Aklımda kaldığı kadarıyla da kendisine Gulnasi yerine Sophie dememizi rica etmişti bizlerden.
Batum'da lüks oteller
Batum'da göreceğimiz üzere lüks otellerin sahipleri de Türkler. Konuştuğumuz bir iş adamınin söylediği üzere son zamanlar üzerilerindeki baskı bir hayli artmış ve eskisi kadar rahat müsade alıp iş yapamıyorlarmış. Batum’da Türkçe ile işi götürmek mümkün ama doğrusu Batum'la yıldızlarımız pek barışmadı.
Batum'da yerel halkın yaşadığı mahallelerden birinden bir fotoğraf
Gerek Batum'da gerekse Tiflis'te gördüğümüz evlerin çoğu bir hayli eski vaziyetteydi. Bir tarafta çuvalla para harcanarak yapılan lüks inşaat projeleri ve diğer tarafta değil ömrünü uzatmaları bile çoktan doldurmuş yapılar görmek mümkün. Yerine ve evin duruma göre kiralar 100-150$'dan başlayıp yukarı doğru gidermiş. Sovyet zamanından kalma evlerde neredeyse bedavaya oturan yaşlılar şanslı ama bir de maaşlara oranla yüksek kira ödeme sorunuyla karşı karşıya kalacak genç neslin gelecekte işi biraz zor gibi.
Batum plajları
Sahiller temiz ama koca koca taşlar nedeniyle denize girmek pek tat vermiyor. Karadeniz’in turizm için pek de elverişli bir deniz olmadığını ve Akdeniz'le Ege dururken bir Türk olarak Batum’a deniz tatili için gitmenin biraz gereksiz olduğunu düşünüyorum.  Ayrıca hırçın Karadeniz’i oldum olası hiç sevemedim. Yağmur da bir türlü yakamızı bırakmayınca Batum'un tadını pek çıkartamadık. Belki Ermenistan ya da Gürcistan'ın diğer bölgelerinden buraya gelen insanlar için Batum çok güzel bir tatil şehri ama Türkiye'de daha iyisini gördüğümüzden midir nedir ama bizi pek sarmadı.
Batum sahilde gün batımı
Batum’un en beğendiğim yanı yaz akşamı insanların rahat rahat dolaştıkları güzel ve temiz sahil yürüyüş yolları oldu. Ayrıca Ermenistan ve Azerbaycan'dan gelen birçok turist de Batum yakınlarında bir tatil beldesinin demirbaşlarından. Sarp Sınır Kapısı'nın Gürcü tarafında hemen deniz kenarındaki gözetleme noktasında nöbet tutan Gürcü askerin bulunduğu yere kadar denize giren insanlardan Türk tarafında eser kalmıyor. Sanki bizimkiler denize girmemeye yeminli.
Yunus Balıkları Gösteri Merkezi, Batum
Batum'da yapacak pek bir şey bulamadığımızdan akşamleyin yunusların gösterisini seyretmeye gittik. Böylece hayatımda ilk defa bir yunus parkta bu marifetli sevimli canlıların neler yapabileceklerini görmüş oldum. Günde üç gösteri yapıyorlar ve ilgi yoğun. Gösteri başlamadan Türkçe konuştuğumuzu duyan yanımızda oturan ailenin en büyüğü bayan bize Azerbaycan Türkçesiyle 'gurban olim siz Türh müsüz' diye sorunca başladık muhabbete. Ailece Moskova'da yaşıyorlarmış. Türkiye'yi çok seviyorlarmış ve birçok defa gelmişler. Bu seneki tercihlerini ise Türk tatil beldelerine oranla daha hesaplı olan Batum'dan yana kullanmışlar ama Türkiye tek göz ağrılarıymış.
Sarp Sınır Kapısı
Sarp Sınır Kapısı'ndan Hopa’ya gitmek üzere bindiğimiz minibüsün bizden hariç diğer iki yolcusu olan Gürcü bayanlarla şoförün muhabbeti Gürcistan seyahatimizin final sahnesi oldu. Bayanlar her gün sınırı geçerek Türkiye’ye sigara getirip satarak yollarını buluyorlarmış. Sınırda da koca koca yazdığı üzere şayet Gürcistan’da üç günden aşağı kaldıysanız, sigara ve içki getirme hakkınız yok ve dolayısıyla da ablalar olaya başka bir çözüm bulmuşlar. Kendileri aldıkları sigara ve içkileri yolculara dağıtarak sınırı geçirtip, daha sonra da yolculara verdikleri mallarını tekrar geri toplarlarmış (Aynı olaya İstanbul'dan Romanya'ya yaptığım otobüs yolculuğunda da denk gelmiştim). Üç kağıtçı çıkan yolcular sınırı geçtikten sonra sigara ve içkilerle ortadan kaybolurlarmış. E haliyle ablalar da zarar ediyor böylece. Gürcistan’da örneğin Marlboro Light’ın perakende satış fiyatını (yanlış hatırlamıyorsam 3,20 Lari (1€=2,35 Lari)) göz önünde bulundurduğumuzda pek de fena iş sayılmaz. Söylemelerine göre karton başı 10$ civarı bir kâr kalırmış kendilerine, bana biraz daha fazlaymış gibi geldi. Bazı gümrük memurları her gün sınırı geçen kişilerin simalarını tanıdıklarından bazen sorun çıkarır ve kapıdan salmazlarmış. Minibüsümüzde bizden başka yolcu olmadığından şoför arkadaşa "anlaşılan yolcuyla pek işin yok?" diye sorunca da; "yok abi, sizin gibi denk gelen olursa benzin parasını çıkarmak için alıyorum ama asıl yaptığım iş bir nevi kaçakçılık" diye gülerek cevap veriyor. Kendisi minibüsteki diğer iki Gürcü bayanın saz arkadaşı. Söylemesine göre beraber çok iş yapmışlar ama son zamanlar işin tadı bayağı kaçmış ve arkadaş üç vakte kadar sınırdan uzak başka bir işe doğru yelken açıyormuş.
David Gareja yolundan bir fotoğraf
Viyana’ya dönüşümün ertesi günü, 07.08.2014 tarihinde bir günlük gazete olan Der Standard‘da denk geldiğim Gürcistan hakkındaki tam sayfa makaleyi tek solukta okudum. Makalenin ana teması Avusturya (%48) gibi neredeyse yarısı ormanlarla kaplı Gürcistan’a (%40) yapılacak tarım alanındaki yardım olmakla beraber, bu konuyla ilgili bazı ilginç bilgiler de verilmekteydi. Örneğin, ülkenin 40%‘ını oluşturan ormanların devlete ait olduğu ve %10’unun şahıslara uzun süreli olarka kiraya verildiği gibi. Ayrıca makalede gözün gördüğü her yer buğday tarlası olduğu belirtilen Gürcistan’ın Dedoplistskaro bölgesine aynı zamanda Gürcistan’ın buğday ambarı dendiği fakat Sovyetler zamanında buğday ihraç eden bir ülke olan Gürcistan’ın bugün itibariyle içeride ihtiyacı olan buğdayın %90’ını ithal etmek zorunda kalması nedeniyle aslında bunun sadece bir yanılgıdan ibaret olduğu da makalenin dikkat çeken noktalarından biriydi. Bunun sebeplerinden biri olarak ise Sovyetler zamanında topraktan daha fazla verim almak arzusuyla yapılan yoğun ekimler sonucu oluşan toprak tuzlanması gösterilmiş. Bir diğer neden ise 1991’deki bağımsızlıktan sonra ülkede birçok alanda olduğu gibi tarım alanında da yaşanılan karmaşık durumdan faydalanan şahısların ormanlık alanlara verdikleri zarar. Gürcistan’ın bugün bile hala ısınmak için en çok kullanılan ana maddesi olan oduna ulaşabilmek amacıyla ormanlık alanları tahrip etmişler, rüşvet sonucu devredışı bırakılan devlet memurlarının dolaylı yardımlarıyla olmuş tüm bunlar. Tahrip edilen ormanlık alanlar ise rüzgar erozyonunu önlemek amacıyla ekili alanların etrafını çevreleyen rüzgardan koruyucu hatlarmış ve tahrip edilmeleri sonucu konacak ve korunacak yer bulamamayan kuşların yok olması sonucu meydanı boş bulan haşerelerin ekinlere verdikleri zararlar %90’lara ulaşmış böylece. İşte tam da bu noktada Österreichische Entwicklungszusammenarbeit Gürcistan’a yardım konusunda kolları sıvamış ve CENN (Caucasus Environmental NGO Network) ile çalışmalara başlamış. Gerçi hanımının bile kocasına bedavaya öpücük vermediği bir devirde bunun da maddi bir beklenti ile yapıldığına şüphe yok ama geçenlerde AB ile çalışma anlaşması imzalayan Gürcistan’ın durumdan rahatsız olmadığı da bir diğer gerçek. Avusturyalı uzmanlar planlanan 100 kilometrelik rüzgar koruyucu hattın 60 kmsinin hayata geçmesine vesile olmuş ve bu konuda çalışmalarına devam etmekteymiş.

 

Fotoğraf Galerisi

 

Pratik seyahat bilgileri:

İstanbul’dan Tiflis’e giderken en büyük sorun uçak saatlerinin biraz uygunsuz olması. İsterseniz sabah 02:30’da isterseniz de 04:30’da Tiflis’e ulaşmak mümkün, bunun dışında uçuş yok. İşin en ilginç tarafı da geceleyin bir hayli aktif olan Tiflis havaalanından şehri merkezine ilk toplu taşıma aracının sabah saat yedide haraket etmesi. Taksiye binmeye niyetiniz yoksa birkaç saat havaalanında uyumaya hazır olun.

Tiflis havaalanından şehri merkezine yapılan yaklaşık 17 kmlik taksi yolculuğunun bedeli 35-40 Lari civarı. Maşrutka dedikleri dolmuşta kişi başı 0,5 Lari. Havaalanından bozuk para almayı ihmal etmeyin, dolmuşta bozmuyorlar. İlk dolmuş sabah saat yedide hareket ettiğinden ve uçakların 02:30 – 04:30 saatlerinde Tiflis’e vardıklarını göz önünde bulundurduğunuzda havaalanında vakit geçirmeniz gerekebilir. Etrafta sağa sola kıvrılıp uyuyan insanların arasına sorunsuzca karışıp uyuyabilir ve böylece hem taksiye hem de kalacak yere bir gecelik ödemeden kurtulabilirsiniz.

İstanbul’dan ve diğer şehirlerden de Gürcistan’a direkt otobüs seferleri bulumakta.

Karayoluyla Gürcistan’a gitmenin bir diğer yolu da önce uçakla Trabzon’a oradan dolmuş ya da otobüslerle Artvin/Hopa'ya, oradan da 5 TL karşılığı minibüslerle Sarp sınır kapısına giderek Gürcistan'a geçmek. Gürcistan tarafından Batum'a minibüsler bulunmakta.

He bir de Maşrutka dedikleri dolmuşların üzerinde sadece Gürcü’ce yazması da, bineceği dolmuşun numarasını bilmeyenlerin işini biraz zora sokabiliyor.

Lokallerde alkolsüz içecekler 1,5-2,5 Lari civarı.

Posta kartları 0,5-1 Lari arası fiyatlara, posta pulları ise 3 Lari’den aşağı bulamadım.

Tiflis'te alternatif bir mekan ararsanız, küçük Sinagoğun hemen karşısında bulunan Electrique Cafe'yi tavsiye ederim. Çok hoş bir mekan, Türk Kahvesi de var (büyük fincan 2,5 Lari)

Samikitno Restoran - Tiflis. Fiyatlar hesaplı ve yemekler güzel. Akşam dışarıda yer bulabilirseniz güzel bir manzara karşısında yemek yiyebilir, bir şeyler içebilirsiniz.

Tiflis'te bir bayanın evinde kaldık. Tüm evi günlüğü 60 Lari’ye kiraladık. Birçok kişi rahatlıkla kalabilir. (Tel: 598555142)